YENGEÇ SEPETİ SENDRUMU
Kumsalda yürüyen bir adam, avlanan balıkçıya yaklaştığında kova içerisindeki yakalanmış yengeçleri görür. Kovanın üstü açıktır, kapağı yoktur. Bu durum onu şaşırtır, çünkü yengeçlerin kaçabileceğini düşünür. Balıkçıya sorduğunda “Evet, tek bir yengeç olsaydı, kesinlikle kaçardı. Ancak, birden çok yengeç varsa, biri kaçmaya çalıştığında diğerleri onu yakalar, kaçamayacağından emin olur, geri kalanlar da aynı kaderi yaşarlar.” yanıtını alır.
Tek yengeç kapaksız kovadan rahatlıkla çıkabilirken sayı arttıkça kaçış imkansızlaşır. Çünkü birbirlerini yukarı itmek yerine, aşağı çekerek engellerler. Sonunda kimse kazanamaz. Bu durum, Yengeç Sepeti Sendromu’nun çıkış noktasıdır.
Rekabet, hasetlik ve kıskançlıkla hem iş hayatında hem de özel hayatta sıklıkla mücadele ederiz. Yengeç Sepeti Sendromu olarak bilinen bu durum günlük hayatımızda da sıklıkla rastladığımız bir durumdur. Yani ben sahip değilsem sen de sahip olamazsın. Ben başaramıyorsam sen de başaramazsın bir nevi merdiven itme yani engelleme hali.
Belli bir yengeç türü vardır ki, kolay kolay yakalanamaz. Her türlü yengeç tuzağından sıyrılacak kadar zeki ve hızlıdır. Ama sahip oldukları insani bir özellik yüzünden her gün bu yengeçten binlercesi avlanıyor.
Yengeçleri yakalamak için kullanılan tuzak aslında çok basit: Üst tarafı açık tel bir kafes! içine yem yerleştirilen kafes suyun içine konuluyor. İlk yengeç gelip kafese giriyor ve yemi yemeye başlıyor. ikinci bir yengeç onu takip ediyor, sonra diğerleri. Sonunda yem yenip bitiyor.
Yem bittikten sonra yengeçlerin ağzı açık kafesten çıkıp gitmesini bekliyorsanız, yanılıyorsunuz.
Aslında bunu kolaylıkla yapabilirler, ama yapmazlar. Bunun yerine kafeste kalırlar. Yem bittikten sonra bile başka yengeçler gelir ve onlara katılırlar. Hepsi birlikte hapis hayatı yaşamaya başlarlar.
Niye mi? Yengeçlerden bir tanesi kapanda daha fazla kalmaya gerek olmadığını düşünüp kapanı terk etmeye kalkarsa, diğer yengeçler hemen üzerine çullanıp onu durdururlar. O ne kadar çabalarsa çabalasın, onu her defasında kafesin dışına gitmekten alıkoyarlar. Eğer inat ederse, tırmanmasını engellemek için kıskaçlarını kopartırlar. Eğer daha da inat ederse, onu öldürürler.
Yengeçler, çoğunluğun zoruyla kafesin içinde beraber kalırlar. Kafes sudan çıkartılır ve afiyetle yenmek üzere kantarlara götürülür.
Filipinliler arasında popüler olan bu kavram, ilk olarak aktivist yazar Ninotchka Rosca tarafından kullanılmıştır. “Ben sahip değilsem, sen de olamazsın.”, “Ben başaramıyorsam, sen de başaramazsın.” anlayışını ifade eder. Bazı insanlar, bencilce davranarak hırslarını ön plana alarak başarmanın yolunun başkalarını geride tutmak olduğunu düşünürler. Kendileri ulaşamıyorsa, sizin de hayalleriniz, hedefleriniz uzak olmalıdır. İstekleri budur. Rekabetçi duygularla, hasetlik ve kıskançlıkla çabalarınızı sabote etmeye çalışırlar.
Bu durumdaki insanlar ve toplumlar asla başarılı olamazlar. Birbirimizin ayağını çekerek yada kaydırarak değil, ancak birbirimize el vererek, omuz vererek yükselebilir ve başarıyı yakalayabiliriz. Bu sendromu önlemenin tek yolu sevgi, saygı ve paylaşmaktan geçer. Toplumsal hayat paylaşma üzerine kuruludur. İhtiyaçlarımızı tek başımıza karşılayamayız. Paylaştıkça çoğalır insan. Paylaşmak ta sevgi kaynaklıdır, ancak birbirimizi severek ve birbirimize yardım ederek hayatı daha kolay hâle getirebiliriz.