Fakirlerin Bayram: “Kızımı İçime Gömdüm”

“Adın ne” diye sordular “Bayram” dedi yaşlı adam “Fakirlerin Bayram. Altındağ’da otururum. Rahmetli babamın lakabı fakirmiş, bize de fakirlik babadan kaldığı için bana da bu lakabı takmışlar”

Karşıyaka mezarlığının oralarda yağmurlu bir gündü. Sırtında heybesiyle bir at’ı elektrik direğine bağlamaya çalışan yaşlı adam polisler tarafından farkedilmişti. Kestirip attı polis “Bize kimliğinden bahset amca, lakabından bize ne.”

Bu ses tonu biraz ürkütmüştü yaşlı adamı, bu yüzden belki de atın boynunu okşayarak “Peki” diyebildi. İki kişiydiler polis arabasında. Genel de şoför mahallinde oturan konuşuyordu ama ara sıra koltukta oturan poliste lafa giriyordu. “Amca” dedi diğeri “buraya at bağlamak akıl karımı? Ne yapacaksın bağladıktan sonra, oturup dinlenecek misin?”

Elinde ki sigarasından bir fırt daha çekti Fakirlerin Bayram. Kalanı da yere atıp üzerine bastı. “Kızım” dedi “Kızım Elif burada yatıyor. Ziyaretine geldim”

Gün öğlen olmuştu. Hava yağmurluydu ama mevsimlerden yaz olduğu için güneş tepeden aşağı vuruyordu. Şapkasını çıkartıp boşluğa koydu polis “Atınla birlikte Altındağ’dan buraya mezar ziyaretine geldin öyle mi?” diye sordu. Nasırlaşmış sağ elinin içiyle alnını sildi Fakirlerin Bayram “Altındağ, Etlik, Yenimahalle, Karşıyaka. Yaklaşık 2 saatimi aldı memur bey. Ama on saatimi de alsa ne fayda yine gelirim.” dedi.

Bu sözden sonra belki hikâyeyi merak ettikleri için belki de şüpheli bir durum sezdikleri için arabadan indi polisler. Bir tanesi heybelerin içine bakıp “Ne var bunların içinde” diye sordu. Yaşlı adam “Eskiden çamaşır mandalı, keçi boynuzu, iğde, iğne, iplik ne bulursam onu satıyordum. Ama çok oldu bunları bırakalı” dedi “artık sadece çocuk oyuncağı satıyorum. Oyuncak bebek, toka, taç, oje aklınıza ne gelirse.”

Belli ki bir hikayesi vardı Fakirlerin Bayramın ve kenarda durup dinlemektense olaya müdahil olmayı tercih edip polislerin yanına gittim ve “İsterseniz amca gelene kadar at’a bakabilirim” dedim. Polisler birbirlerine baktılar ve bana “Kim olduğumu” sordular. “Gazeteciyim” deyip kimliğimi gösterdim. Vicdan sahibi insanlarmış beni oracıkta bırakıp gittiler.

Amcayla birlikte yolun kenarına oturmadan önce “Sen merak etme” dedim “sana söz. Sen kızının mezar ziyaretine gidip gelene kadar atına bakacağım. Ama önce hikayeni anlat.”

Belki de çoktandır kimseyle konuşmamıştı Fakirlerin Bayram. Belki de kimse bu kadar ciddiye almamıştı onu ve hikayesini. Zira yaşlı ve bakımsız bir at, üstü başı dağınık ve ter kokusundan yanına zor yaklaşılan bir adam vardı karşımda.

Kaldırım taşına oturur oturmaz bir sigara daha yaktı Fakirlerin Bayram “Mezara gidip gelmem 10 dakikamı almaz evlat” dedi “ama çoktandır gitmiyorum kızımın yanına. Bu sefer iki kat sürer haberin olsun”

Ne kadar sürerse sürsün onu bekleyeceğime dair söz verince rahatladı yaşlı adam. Sigarasından bir nefes çektikten sonra da başladı hikayesini anlatmaya:

“Yirmi yıl evveldi, bir kızım oldu. O zamanlar elim ayağım tutuyordu, şimdi ki gibi kör topal değildim yani. Kızımın adını Elif koydum. Elif doğduktan sonra bir şey daha yaptım ve kendime bir at satın aldım. Anlayacağın eskiden heybe sırtımda çamaşır mandalı, keçiboynuzu, iğde satıyordum bu kez bunları atımla satmaya başladım. Ama işler bizim gibi insanlar için her zaman iyi gitmiyor evlat. Elif’im 1 yaşına basmıştı ki annesini kaybettik. Zor oldu benim için. Bende kızımı bizden bir aşağı mahallede oturan ablamın yanına bıraktım. Hemen her gün yanına uğrayıp eksiğini gediğini sorup ablamı perişan bırakmıyordum ama bir akşam üzeri gittiğimde duydum ki ablam eniştemle kız yüzünden kavga ediyorlar. Bende aldım kızımı kendim bakmaya başladım.

Elif dört yaşındaydı o zamanlar, eli ayağı tutuyor derdini anlatabiliyordu. Ama işte gündüz vakti işe çıkarken tek başına eve bırakamıyordum onu. Bu yüzden heybenin bir tarafına kızımı öte tarafına da eşyalarımı koyuyordum. Zamanla baktım ki Elif heybenin içinde sıkılıyor, ağlıyor bende keçiboynuzu, çamaşır mandalı bunları bırakıp çocuk oyuncağı satmaya başladım. Yanına da toka, kurdele, ucuz ojeler koydum ki hem çeşit bol olsun hem de sıkıldıkça Elif’im oynasın.

Ama fakirlik zor evlat, insan umarsız kalınca ne yapacağını bilemiyor. Beş yaşına gelmişti ki hastalandı Elif’im. Sağ olsun eniştemden kaçakta olsa geliyordu ablam yanıma, bana yardım ediyordu ama nereye kadar? O gece saat iki sularında çok ateşlendi Elif’im. Ablamı da çağıramazdım. Doğrusu gecenin bir yarısı yardımıma koşacak kimse de yoktu. Atı hazırladım, her zaman olduğu gibi heybenin bir tarafına Elif’imi yerleştirip Hıdırlıktepeden aşağı doğru doğruca Numune hastanesine gittim. Vardığımda vücudu buz kesmişti Elif’imin. Göğsüme yaslayıp “İşte geldik kızım, birazdan iyi olacaksın” dediğimde gözleri açık, sessiz ve henüz kurumamış bir damla göz yaşıyla birlikte boşluğa bakıyordu.

Gecenin üçü olmalıydı. “Eliff” diye bağırdım “kızım, boncuk gözlüm gitme. Durnam, babanı tek başına koyma.”

Yolda ölmüştü Elif’im. Ne derdimi anlatacak birini buldum ne de derdimi dinleyecek biri vardı orada. Polisler tutanak tuttu, doktorlar kızımın boynuna boğazına baktı, görevlilerde kızımı bir beze sarıp morga götürdü. O gün için aklımda kalan tek cümle birinin bana “Eve git beybaba, gecenin bu yarısı yapacak başka bir şeyin yok. Yarın gelir alırsın kızını, nereye gömeceksen de oraya gömersin.” demesiydi.

Kimseye bir şey diyemedim evlat, sahipsizlik çok zor. Orada bırakıp gider miyim kızımı. Duvarın dibine oturup gün ışıyana kadar bekledim. Bu yüzden sık gelmem buralara. Belki senede bir. Çünkü ben kızımı o gece içime gömdüm. Ben nere gidersem kızım da benimle

Veli Bayrak

ŞUNLAR DA HOŞUNUZA GİDEBİLİR