DİYET BORCU

İki arkadaş eski zamanda yürüyerek yolculuk yaparlar. Birisinde hem yağmurluk, hem şemsiye vardır.

Yağmur başlar ve şemsiye olan kişi yağmurluğunu diğerine verir.Yolculuk devam eder, yağmurluğunu veren seslenir:”Arkadaş sana yağmurluğumu vermesem ıslanacaktın”..

Diğeri:”Teşekkür ederim, beni ıslanmaktan kurtardın”. Ama bu muhabbet çok sık devam eder ve yağmurluğunu veren, bu iyiliğini hep arkadaşının başına kakar.Yağmur kesilir, güneş açar ve bir göl kenarına gelirler. Yağmurluğu veren yine aynı şeyi söyleyince, diğeri hemen kendisini göle atar , ıslanır ve :

“Tamam anladım, sen yağmurluğunu vermeseydin, ben böyle ıslanacaktım”!!! der.

Yağmurluğu verene bakacaksın, eğer seni tepeden tırnağa ıslatmak isteyen bir düşüncede ise, almamak daha hayırlıdır.

Bu hikaye bana çocukluğumuzda öğrendiğimiz Ömer Seyfettin’in Diyet Borcu hikayesini hatırlattı.

Demirci Ali Usta, Kılıçtan, demirden, çelikten, ateşten başka söz bilmez, pazarlığa girişmez, müşterileri ne verirse alırdı. Yalnız savaş zamanları ocağını söndürür, dükkânının kapısını kilitler, kaybolur, savaştan sonra ortaya çıkardı.

Günün birinde hırsızlıkla suçlandı ve Sol kolunun kesilmesine karar verildi.

Koca Ali’nin kolu çok değerliydi. Çeliğe “çifte su”yu bu iki koluyla veriyor, bu iki eliyle sınırlarda dövüşen binlerce gaziye çelik kalkanları kıran, ağır zırhları yırtan, demir tolgaları ikiye biçen tüy gibi hafif kılıçlar yetiştiriyor, yok pahasına, Allah aşkına çalışıyordu.

Halk Ali ustayı çok sevdiği için Kentin en büyük zengini Hacı Mehmet’ten rica ederek diyet vermesini istediler. Oda ölünceye kadar hiç para almadan hizmetçilik, çıraklık etmeye yanaşırsa kabul edeceğini bildirdi.

“Kula kul olmak”, ölümlü dünyada “birisine gönül borcu duymak” acıların en büyüğüydü ama Koca Ali usta çaresiz kabul etmek zorunda kalmıştı.

Hacı Kasap, kesilecek kolun diyetini yargıca saydığı gün Koca Ali’yi arkasına taktı. Dükkânına getirdi.

Koca Ali’yi eline geçirince hemen dükkânının köşesinde bir koltuk yerleştirdi. Geçti, oraya oturdu. Her şeyi ona yaptırmaya başladı. Ama her şeyi… Sabah namazından beş saat önce kentten iki saat ötedeki mandırasından o gün satılacak koyunları ona getirtiyor, ona kestiriyor, ona yüzdürüyor, ona parçalatıyor, ona sattırıyor… ta akşam namazına kadar durmadan buyruklar veriyordu. Zavallı Ali Usta’ya yedirdiği, içirdiği yalnız bulgur çorbasıydı.

Koca Ali sade suya bulgur çorbasıyla bu kadar sıkıntıya yıllarca göğüs gerebilecekti. Ama Hacı Kasap’ın ikide bir diyet borcunu hatırlatması yokmu ?

– Ulan Ali!… Kolunun diyetini ben verdim. Yoksa çolak kalacaktın!… diye yaptığı iyiliği sürekli tekrarlamasına dayanamıyordu. Bir gün, iki, üç gün dişini sıktı.

Hacı Kasap bu sözleri âdeta “aferin” dercesine diline dolamıştı. Her buyruğunun yerine getirilmesinden sonra kır sakallı, çirkin, sıska yüzünü ekşiterek, mavi çukur gözleriyle onu tepeden tırnağa kadar süzer, “Aklında tut, benim tutsağımsın!” der gibi verdiği diyeti hatırlatırdı.

– Ulan Ali!… Kolunun diyetini ben verdim. Yoksa çolak kalacaktın!..

Bir gün artık canına tak dedi Koca Ali’nin fakat yine karşılık vermedi. Acı acı gülümsedi. Kızardı. Sonra birden sarardı. Hızla döndü. Bileylediği satırların en büyüğünü kaptı. Sıvalı kolunu, yüksek kıyma kütüğünün üstüne koydu. Kaldırdı, ağır satırı öyle bir indirdi ki… O anda kopan kolunu tuttu. Gördüğü şeyin ürperticiliğinden gözleri dışarı fırlayan Hacı Kasap’ın kucağına,

– Al bakalım, şu diyetini verdiğin şeyi! diye hızla fırlattı. Sonra giysisinin kolsuz kalan yenini sıkı bir düğüm yaptı. Dükkândan çıktı ve uzaklaştı.

Koca Ali Ustanın kaderinin cilvesi olarak ; karışmadığı bir hırsızlık olayı, Cimri bir diyet sahibi ve ödenecek bir kol diyeti.

Onun bir zamanlar geldiği yer gibi, şimdi gittiği yeri de, kimse öğrenemedi.

İlhami Pektaş.

You may also like...