AYAKKABI

Otuz yaşlarındaki kadın elinde naylon iplerle örülmüş eski Pazar çantasıyla birlikte semt pazarını baştan sona ikinci kez geçiyordu.

Sebze ve meyvelerin Fiyat etiketleri o kadar pahalı geliyordu ki dönüp tekrar bakıyordu.
En ucuz olan patates ve soğan idi, bakla zamanı geçtiği için ucuzdu, taze fasulye yeni çıkmaya başladığı için parası olan baklaya bakmıyordu bile. Bir kilo bakla aldı, bir kilo bulgur İle makarna aldı, parası bitmişti.

Evde bardak kalmamıştı su bardağı almak için cam eşyalar satan satıcıya yönlendi, sonra vazgeçti.

Yanında on yaşlarında cılız, kömür karası saçlı, zeytin gözlü ürkek bakışlı kızı vardı.

Kızın gözü meyve tezgahlarında dolaşıyor arada bir kaçamak gözlerle annesine bakıyordu. Annesinin ince dudakları ve yüzü gergindi. Annesi sinirliyken sessiz kalması gerektiğini biliyordu. Yutkundu canı al kırmızı küpe gibi tezgahta parlayan kirazlara takıldı. Yeni çıkan kirazlar çok pahalıydı. Tadımlık bile almaları mümkün değildi.

Küçük kız dönüp, dönüp kiraz tezgahına baktı, sonra başını önüne eğdi ve annesinin parmaklarını sıkarcasına elini tuttuğu için adeta sürüklenir gibi annesini takip etti.

Ayaklarında mor naylon lastikler vardı ve arkasından yırtılmıştı, her adımda ayağından çıkıyordu. Bu hafta ayağına naylon lastik alamayacaklarını biliyordu. O sebeple hiç sesini çıkarmadı.

Pazar alışverişleri bitmiş evlerinin olduğu sokağa doğru yaklaşmışlardı.

Komşularının kızı Ayşe ile babası iki ellerindeki Pazar çantalarını zor taşıyorlardı.

Annesi adımlarını yavaşlattı ve onları geçmeden yürümeye gayret etti. Küçük kızın yaşı küçük olmasına rağmen ellerindeki Pazar torbasının boş oluşundan dolayı annesinin utandığının farkındaydı.

Ayşe geriye döndü ve onları gördü, babasının elinden çekip arkadaşını göstermeye çalıştı, babası yarım döndü ve hemen yürümeye başladı.

Kenar mahallede kocası hapishane olan bir kadınla değil konuşmak, selamlaşmak bile yanlış anlaşılırdı.

Ayşe ve babası sanki adımlarını hızlandırmış gibi yürüyüp kendi evlerinin sokağına saptılar.

Küçük kız İle annesi onlar uzaklaştıktan sonra adımlarını hızlandırıp kendi evlerinin olduğu yokuşu tırmandılar.

Ahşap bahçe kapısını gıcırtılarla itip, gecekondunun olduğu bahçeye girdiler.

Bahçede tahta bir masa İle dört tane tahta sandalye vardı. Yağmurdan kararmış, yer, yer budak deliklerinden çürümeye başlamıştı.

Küçük kızın annesi elindeki eski Pazar çantasını adeta fırlatır gibi masanın üzerine attı.

Sandalyede oturan yaşlı kadın her Pazar günü aynı durumu yaşadığı için alışkındı fakat gene de yüreğinde taşıdığı taşlar yerinden oynadı ve ağırlıklarını hissettirdiler.
-Pazar pahalımıydı?

-İşte aldıklarım ortada, bir hafta koklaya, koklaya yeriz. Beş kuruş kalmadı. Su bardağı alacaktım alamadım onun yerine bulgur aldım.

-Ben komşunun attığı zeytinyağı tenekesinin kapağını kestim, taş İle kenarlarını bastırdım. Siz su içmezseniz ondan o benim bardağım olsun, yeni bardak alman gerekmez, ben onunla idare ederim.

-Şu halimize bak, dilenciye döndük.
Çöpten teneke alıp su bardağı yapıyorsun!
El alem ne der, bir gören olmuştur!

-Kimse görmedi merak etme, hem görse ne olacak. Aç mısınız, açık mısınız diye soran Yok, kınayan kendini kınasın, insanlık hali.
Oğlum içeriden çıkınca bardak alırsın.

Genç kadın Pazar torbasını alıp gecekondunun içine girdi.

Haksızlıklara tahammül edemeyen, kocası hakkını aradığı için işyerinde saldırıya uğramış çıkan arbedede bir arkadaşını yaralamıştı.
İçeri girince de bir hadiseye karışmış bir yıldır tutukluydu.

Genç kadın çeyizlik dantel örüp ekmek parasını kazanmaya çalışıyordu. Kazandığı para İle ancak karınları doyuyordu.

Yaşlı kadın üzüldü ve “ben kızıma gideyim biraz, bir Boğaz eksilsin.” dedi.
İçeriden çıkan genç kadın hışımla, “git kızına git sen, o vakit it kopuk yalnızım diye kapıma gelsin!”

Sustu kadınlar, o sessizlik o kadar çok duygu ve düşünce yüklüydü ki hava ağırlaştı.
Yaşlı Kadın sessizce akan gözyaşlarını namaz başörtüsünün ucu İle kuruladı.

Bir yıldır yediği her lokmaya göz yaşı katık oluyordu.

Genç kadın içeride küçük tüpte bulgur pilavı pişirdi, yanına soğan doğradı, küçük tencereden üçü de yiyip doydular.

Akşam ezanı vakti bahçedeki tahta kapıya birisi vurdu ve içeriye seslendi.
Küçük kız koşarak kapıyı açtı.

Yan gecekonduda oturan yaşlı kadın elimde bir paket İle kapıda dikiliyordu. Küçük kızın başını okşadı ve içeri girdi.

Eski divanın kenarına ilişti, elindeki torbadan kırmızı renkli naylon çıkardı ve küçük kızın ayağına giydirdi.

“Bizim adama pazardan naylon ısmarlamıştım, gitmiş hem kırmızı rengi almış hemde küçük numara almış, ayağıma olmadı bende Ceylan kızıma getirdim olursa o giysin diye.”

Küçük kızın ayağına ölçüpte almış gibi tam oldu kırmızı naylon ayakkabılar. Evde ceylan gibi sekti küçük kız ve yüreği kırlarda koşar gibi sevinç doldu.

Yaşlı kadın kese kağıdını genç kadına uzattı. Bizim adam Pazar görmeyi bilmez, gitmiş bir okka kiraz almış, iki kişi nasıl yiyelim o kadar kirazı diye birazını size getirdim.

Şimdi nerede kaldın diye sorar bana, ben kalkayım, sofrayı ortada bırakıp geldim, size iyi akşamlar.”

Sessizce yaşlı kadın kendi evine gitti. Gelin, kayınvalide şaşkınlıkla birbirinin yüzüne baktılar. Yaşlı komşuları Hızır gibi yetişmişti.

Üçünün de gözleri tabaktaki cam gibi parlayan kırmızı kirazlara gitti ve ağızlarına attıkları her kiraz tanesi huzurlu su gibi aktı midelerine.

Yan gecekonduda yaşayan emekli yaşlı amca iki gün önce küçük Ceylan’ın ayağındaki lastiğin topuk tarafının yırtık olduğunu görmüş ve onu çağırıp naylonun arka tarafını yorgan iğnesi İle dikmişti ve o sırada altındaki numaraya bakmıştı.

Naylon dikilen yerlerden de yırtılmıştı tekrar.

Bugün Pazar alışverişini yaparken yarım kilo kiraz almıştı ve küçük kızın kirazlara nasıl baktığını uzaktan görmüştü.
Kendilerine bir avuç kiraz ayırıp gerisini komşuya göndermişti.

Radyodan akşam havadislerini dinlerken memur emeklisine şu kadar zam haberini duyunca mutlu olmuş.

Komşudan gelen karısına “bak hanım maaşıma zam gelmiş, bir ay zammı geç aldım sayarım, Ceylan kızım sevdi mi naylonları?”

Gözleri nemlenen yaşlı kadın, kocasının merhametine hayrandı, elindeki İle yetinmesini bildiği gibi insanları mutlu etmeyi de bilirdi.

Karısına mavi ortanca çiçekli kenarı oyalı yazmayı verdi ve onun başındaki yazmaya sevgi İle baktı.
Ona da hediye almayı unutmamıştı.
Candan alınan her hediye çok değerliydi.

“Sevinmez olur mu yavrucak uçtu mutluluktan, asıl sen kiraza bakışlarını bir göreydin bey, yüreğimin yağı eridi, sanarsın bir tabak altın götürdüm gibi yüzleri ışıldadı. Yesin garipler, verdikçe artar bereket.”

Kadın mavi salkımlı ortanca çiçekli yazmayı başına taktı ve adeta gençlik günlerindeki gibi yüreğinde kelebekler uçtu.
İyi ki merhametli bir adama denk gelmişim diye gülümsedi.

Yaşlı çift tarhana çorbasına kaşıkları daldırıp, patatesli gözlemeden koparıp katık ettiler.

Bal, börek yemiş kadar mutlu ve huzurlu, yemekten sonra nohut karışık kahveyi kallavi fincanlarda karşılıklı sohbetle, keyifle içtiler.
Alıntı.

You may also like...